30 Mayıs 2013 Perşembe

ARADAKİ FARK NEDİR..?




Anadolu'nun yetiştirdiği en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram (XV. y.yıl) Anadolu kökenli başka birçok bilgin ve erenin de üstadıdır. Bunlardan biri de Fatih'in hocalarından Akşemseddin idi. Akşemseddin Hacı Bayram'a bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, anlayışı, kavrayışı, en önemlisi de şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet (diploma) aldı ve irşadla görevlendirildi. Akşemseddin'in bu başarısı Hacı Bayram'ın diğer müridleri arasında kıskançlığa sebep oldu. Bunlardan biri Hacı Bayram'a sordu:

- Efendi Hazretleri, kırk yıldır talebeniz olanlar henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken Akşemseddin'in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?

Hacı Bayram, gerek maddi gerekse manevi hayatta yükselmenin veya yerinde saymanın sebebini açıklarcasına cevap verdi:


- Bu köse (Akşemseddin) bizde ne gördü ve işittiyse hemen inandı ve teslim oldu. Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine bulup öğrendi. Kırk yıldır hizmetimizde bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ye hikmetini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu. İşte aradaki fark budur.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

MİR'ATI MUHAMMED'DEN ALLAH GÖRÜNÜR DAİM

"Mir'at-ı Muhammedden Allah görünür dâim"
Mü'min ve Müslim bir ruhun vasfı kalb derinliği, vicdan genişliği ve himmet yüceliği yanında sığ görünmek; düz bir mü'min edasıyla hareket etmek fakat görünenden daha derin olmaktır. Allah'a itimat ederek, büyük şeylere talip olmak ve büyük şeylerin arkasına düşmek ama kendini küçük görmek, küçük göstermek ve insanlardan bir insan olmak; hatta onların en küçüğü olduğuna inanmaktır. Belli olma ve bilinme duygusu kalbte barındırılmaması gereken bir duygudur; o, tavır, davranış ve görüntüyü kalbinin önüne geçirme demektir."
 Allah'ın boyasıyla çizilen en ideal insan portresi ise âlemlere rahmet olarak gönderilen, karanlık dünyalara nur, muzdarip gönüllere huzur ve cennet olan Hz. Muhammed aleyhisselamdır.
İslam terminolojisinde kulluk, en yüksek makamdır. Kâmil insan olmak, o makama talip olmaktır. O makamın talebesi olacak ruhun ders alacağı makam ise Uluhiyyet makamıdır. Yunus'un diliyle denirse:
Talib-i ilmiz aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize aşk hod medresedir.
Allah habibine, habibi de halkına, ümmetine, insanlığa verir o dersi. O medreseden mezun gönüllerin verdikleri dersler de Allah ve Resul sevgisidir.
Allah resülü, insanlık pazarına gönüller almağa gelmiştir. Mallarını ve canlarını cennet mukabilinde Allah'a satanların alıcısı Allah Resulü Hz. Muhammed aleyhisselamdır. Gönülleri O'na vermeden alış-veriş sahih olmaz.
Bütün âşıkların irade dışı verdikleri gönülleri, sevgilinin kulu kölesidir artık. Âşık, sevgilisinden başka bir derdi, düşüncesi olmayandır. Yalnızca onun hayaliyle, arzusuyla yatıp kalkandır.
Sevgilisi kaybolmuş veya kendisini terk etmiş veya -her ne halse- ondan uzak düşmüş âşıkın hali nicolur?
Âşıkın en mümeyyiz vasfı vefadır. Vefa yoksa o aşk bir kuru iddiadır. Vefalı âşıkın vasfı, sevgilinin her türlü eza ve cefasına katlanmak, bir dem dahi olsa sevgiliden yüz çevirmemektir. Sesi soluğu, yemesi içmesi hep O olmaktır.
Âşıkın gönül ve hal aynasında, âşıkın sultanı yansır. Özellikle hakiki sevdaların aynası vicdan, akıl, kalb, dil ve hal aynasıdır. Sevgili bu aynalara ne kadar aksediyorsa aşk da o kadar demektir.
"Mir'at-ı Muhammedden Allah görünür dâim"
Deniyorsa ve Onun ahlakı Allah ahlakı ise o aşkın keyfiyetini varın siz düşünün, artık.
Allah'ı sevmenin biricik miyarı Hz. Muhammedi sevmek ve Onu örnek almaktır. Kim Onu gönlünün Sultanı görüyor ve onun yolunda bir hayat ihtiyar ediyorsa; ona baktığınızda da hep Allah ve Resulünü hatırlıyorsanız, o aşkı anlatmaya, o aşkın gerçekte Allah aşkı olduğunu söylemeye gerek mi var.
Ve o aşkın dünya aynasında aksi de şudur:
"Ötelere inanan insan, kendi istek ve ihtiyacına rağmen, çevresindeki insanların mutluluğunu planlayan, mensup olduğu toplum için nakış nakış huzur projeleri geliştiren, insanlığın dertleri karşısında hafakandan hafakana giren bir diğergamdır. O, dünyayı nefsine zindan edecek ve şahsı hesabına bitip tükenecek kadar başkalarının saadetini düşünür. Düşünmemek onun elinde değildir artık; o yaşatmak için yaşayan bir fedakârdır. O, Bediüzzaman edasıyla, "Gözümde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu var; milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım." Derken gönlünün sesine tercüman oluyordur. Ya da ellerini açıp, Hz. Ebubekir gibi: "Vücudumu o kadar büyüt ki cehennemi ben doldurayım, başkalarına yer kalmasın!" çığlıklarıyla inlerken aynı hasbi ruhu seslendiriyordur. Günümüzde bile "Allahım, bir tek insanın hidayete ermesi için her gün elli defa ölmeye razıyım!" diyen karasevdalılar var. Bu samimi feryatları, hasbi yakarışları yüze, bine, hatta bir milyona katlayın ve onlarda Efendimizin ızdırabını okumaya çalışın."
 İşte Gönüller Sultanı O, sevda, aşk ve kulluk da budur.
(İktibas)


25 Mayıs 2013 Cumartesi

YAVUZ SULTAN SELİM

Yavuz Sultan Selim Padişah olmadan önce Şah İsmail'in ülkesine gider ve saraya girmenin yollarını arar. Birden aklına Şah İsmail'in satrancı çok sevdiği gelir ve köylerde kasabalarda santranç oynayarak nam salar.

Şah İsmail bu kişiyi merak eder ve sarayına çağırır. Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail satranca başlarlar. Biraz zaman geçtikten sonra Yavuz Sultan Selim Şah İsmail'i Şah Mat eder ve yener.

Şah İsmail bu duruma kızar ve Yavuz Sultan Selime ; "Sen nasıl Şah'ını şah mat etme cürretinde bulunursun" diyerek tokat atar.

Yavuz Sultan Selim özür diler ve ülkesine döner. Aradan zaman geçer ve Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim bir savaşta karşı karşıya gelir.

Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'i yener. Ardından o meşhur şiirini yazar:

Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur / ağyar olur / dildar olur / serdar olur

Şiirin tercümesi şöyledir:

Şahım Sen Herkezi Sadık Yar Sanma,
Sen Herkezi Dost mu Sandın Belki O Düşman Olur,
Sadık Ol Belki O Alemde Komutan Olur,
Yar Olur, Düşman Olur, Komutan Olur, Sevgili Olur.

Bu şiiri önemli kılan bir diğer özellik de Yavuz Sultan Selim'in yazdığı dörtlükteki o muhteşem zeka göstergesidir.

Şiirde ayırma işareti olan kelimeleri yukarıdan aşağıya okuduğumuzda aynı dörtlükle karşılaşırız. Bu da Yavuz Sultan Selim'in hem şiirdeki ustalığına hem de muhteşem zekasına bir örnektir.



24 Mayıs 2013 Cuma

İSTEKLERİ TERKETMEK

Bir başka kuş Hüdhüd'e dedi ki:

Kalp huzuruna erdiğim zaman İblis hemen yolumu kesiyor.


Ben güç ve kuvvete sahip olduğum halde onunla başa çıkamayınca, gönlüme bir perişanlık çöküyor.


Nasıl yapayım da ondan kurtulayım; manâ şarabıyla hayata ereyim?

Hüdhüd şu cevabı verdi:

İblis'in işvesi, senin sahtekarlığın yüzündendir. İçindeki arzular senin iblisindir.

Bir arzunu yerine getirince, içinde yüzlerce iblis doğar, vesselâm.

Feridüddin Attâr (Sufi ö. 1221)
Mantıku't-Tayr




İMAN NELERİ GEREKTİRİR NELERİ GETİRİR..?

Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: 

Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ıhıp bağladıktan sonra: "Muhammed hanginizdir?" diye sordu.

Biz: "Dayanmakta olan şu beyaz kimse" diye gösterdik. (Nesâî'deki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'ın rivayetinde: "Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse" diye tasvîr mevcuttur.)

Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu!" diye seslendi. 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Buyur seni dinliyorum" dedi. 

Adam: "Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın" dedi. 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Haydi istediğini sor!"

Adam: "Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mı gönderdi?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kasem olsun evet!"

Adam: "Allahu Teâla adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Adam: "Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?" 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Adam: "Allahu Teâla adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi: "Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabîlemin elçisiyim. Adım: Dımâm İbnu Sa'lebe'dir. Benu Sa'd İbni Bekr'in kardeşiyim."
(Bunu beş kitap rivayet etmiştir. Metin Buhârî'den alınmıştır). 
_____________________________________________________

Müslim'in rivayetinde şöyle denir: "Bir adam geldi ve şöyle dedi: 
"Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine inanmaktasın."

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Doğru söylemiş" dedi. 

Adam tekrar: "Öyleyse semayı kim yarattı?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi. 

Adam: "Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi. 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi. 

Adam: "Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zât adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi. 

Adam: "Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru mudur?" 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Doğru söylemiştir!" 

Adam: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?" 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi. 

Adam sonra zekâtı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu. 

Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde "Doğru söylemiş" diye cevap veriyordu.

Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!"

Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: "Seni hakla gönderen Zât'a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilâve etmem, bunları eksiltmem de."

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!"buyurdu.

Buhârî, İlm 6; Müslim, İman 10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâî, Siyâm 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 23, (486).
_______________________________________________

Hadisi Şerif Kütübi Sitte'de geçen kaynakları belirtilmiş sıhhatli bir hadistir.

İmanla ilgili ana yollar üzerinde durulmuş, imanın gereğinin yapıldığı takdirde Hz.Muhammed Aleyhissselam tarafından Cennet müjdesi belirtilmiştir.

Bir hikaye gibi okuyup geçmek yerine; insan bir tarafa notlar almalı ve kendisindeki eksiklikleri zayıflıkları tedavi ve telafi yoluna gitmelidir.

Bunu bir kişi bile okuyup anlasa ELHAMDULİLLAH deriz...

Selam ve dua ile...



23 Mayıs 2013 Perşembe

KULUM BANA ANCAK NAFİLELERLE YAKLAŞIR


İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdu ki:

“Teheccüd namazı da bu yolun zarûriyyâtındandır. Bir zaruret olmadıkça terk etmemeye gayret etmek lazımdır...
Gecenin sonunda uyanabilmek (o vakti ihya etmek) için, yatsı namazını kılıp faydasız şeylerle meşgul olmadan gecenin evvelinde hemen uyumak lazımdır."

Bu vakitte, istiğfar ve tevbe etmek, iltica ve tazarruda bulunmak, isyan ve günahlarını hatırlamak, noksanlarını, ayıplarını hatırlamak, âhiret azâbından ve ebedî azâbdan korkmak ganîmet bilinmelidir. Allâhü Teâlâ’dan af ve mağfiret istemeli ve yüz defa “Estağfirullâhe’l-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyu’l-kayyûm ve etûbu ileyhi sübhânehû” kelimelerini kalben teveccüh ederek diliyle söylemelidir.

Bu istiğfarı ikindi namazını kıldıktan sonra da (abdestli veya abdestsiz) yüz defa aynı şekilde hiç ihmal etmeden söylemelidir. Hadîs-i şerîfte  “Amel defterinde çok istiğfâr bulunan kimseye müjdeler olsun!” buyrulmuştur.

Eğer kuşluk namazını kılmak mümkün olursa, bu çok büyük bir nimettir. İki rek’at bile olsa, devamlı olarak bunu kılmaya gayret etmelidir. Kuşluk namazı, teheccüd namazı gibi en fazla on iki rek’attir. Vaktin ve hâlin îcâbına göre kılınanı da ganîmettir.

Her farz namazdan sonra Âyetü’l-kürsî’yi okumağa gayret etmelidir. Hadîs-i şerîfte “Kim her farz namazdan sonra Âyetü'l-kürsî'yi okursa, cennete girmesine yalnız ölüm mâni olur.” buyrulmuştur.

Yine beş vakit farzdan sonra otuz üç kere ‘Sübhânellâh’, otuz üç kere ‘Elhamdülillâh’ ve otuz üç kere de ‘Allâhü Ekber’ deyip aded yüze tamam olması için de bir kere ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ küll-i şey’in kadîr’ denilmelidir.

Yine her gün ve gece yüz defa “Sübhânallâhi ve bi-hamdihî” demeye devam etmelidir. Zira bunda çok büyük sevab vardır.” 

(Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, 3/17)  


BİR YUSUFÇUK OLSAYDIM

Bir Yusufçuk olsaydım;
Gözlerinde dolaşıp,
Ellerine konsaydım.
Yusufsu bir çehreyle,
Rüzgarında süzülüp
Ah-u efganını ben,
Sırtıma dolasaydım...

Bir Yufusçuk olsaydım;
Hüznünü senden çalan..
Ağır hayat yükünü,
Biraz da ben sırtlanan..

Bir Yusufçuk olsaydım;
Ab-ı hayatı sunan..
Sûretine akseden o yalancı gülüşü,
Sîretine sırlayan...

Ahh.. Bir Yusufçuk olsaydım;
Gönlüne konduğumda,
Canına bir can katan,
Seni sana anlatan,
Kendimi hatırlatan.
Hayatın yumağını
İplik iplik dolayan...

Bir Yusufçuk olsaydım,
Gönlündeki pâk eve,
Pâk misafir olsaydım...

Şiir ve görsel düzenleme; Hayat İklimi


ŞEYH EDEBALİ DER Kİ

Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.

Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.

Aç gözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,

Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.

Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.

Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.

Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.

— İlim bil, irfan bil, söz bil.


— İkram bil, kural bil, doyum bil.


— Usul bil, adap bil, sınır bil.


— Yol bil, yordam bil.


— Hal bil, ahval bil, gönül bil.


— Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.


— Mert ol, yürekli ol.


— Kimsenin umudunu kırma.

Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana.

Şeyh Edebali



20 Mayıs 2013 Pazartesi

NEDEN EMANETE HIYANET EDİYORSUN..???

Sarhoşun biri şarap şişesiyle caminin önünden geçerken camiden çıkan bir hocanın dikkatini çeker ve hoca sarhoşa der ki: 

-Birader şu şişeni bana versene !


Sarhoş şaşkın şekilde : 

- Sen yeni camiden çıktın şarabı ne yapacaksın be adam ? 

Hoca der ki : 

- Şarabı caminin içene dökeceğim ! 

Sarhoş hiddetlenir kızgın bir şekilde :

- Sen nasıl Allah'ın evine şarap dökersin Allah'tan korkmaz mısın? Ben kırk yıldır içki içerim ama böyle bir şeyi asla yapmam. Şarabı da sana bu iş için vermem haydi başka kapıya git. Beni bulaştırma, ben Allah'tan korkarım 

.. Der..

Der ama hocanın da tam istediği cevabı bilmeden vermiştir. Hoca taşı gediğine ustalıkla koyar:

-Be adam, sen şu kul yapısı, adına cami dediğimiz taştan topraktan yapılmış binanın içine saygından şarap döktürmezsin ama nasıl olur da Allah-u Teâla'nın sana Rahmeti ve Lutfu ile emanet edip kendisine kul olup ibadet etmeni istediği şu mükemmel ve muazzam beden sarayının içine şarap dökersin ?!!!


18 Mayıs 2013 Cumartesi

DÜNYA ONLARIN OLSUN AHİRET TE BİZİM

Hz. Ömer (ra), sessizce, Aleyhisselatu Ve'Selam Efendimiz'in dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)’in hıçkırıkları O’nu (asm) uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (ra) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asm)  hayretle sorar:

“Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?”

“Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin… İzin versen de, biz de seni…”

Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve;

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı" (Ankebut, 29/64)
 ayetini okuduktan sonra ekler:

“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!.."

Buhari, Müslim. M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü's Sahabe, II/412


16 Mayıs 2013 Perşembe

GERÇEK ZENGİNLİK

Başlangıçta Türkistan taraflarında bir bölgenin hükümdarı, yani dünya sultanı iken vâkî olan bazı ikazlarla hükümdarlığını bırakıp maneviyat sultanı olmaya azmeden, bunu da gerçekten başaran İbrahim Edhem (VIII. y.yıl) dünya malına karşı o kadar tenezzülsüzdü ki kimseden bir şey istemez ve beklemezdi. Nefsini yokluğa ve mahrumiyete o derece alıştırmıştı ki bir benzerine rastlanamazdı.

Birgün büyük velilerden çağdaşı ve hemşehrisi Şakik Belhi ile karşılaştı ve ona sordu: 

Ey Şakik nasıl geçiniyorsun? Şakik Belhi cevap verdi: 

Bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz.  İbrahim Edhem: 

Horasan'ın köpekleri de aynı şeyi yapıyorlar, bulunca yiyorlar, bulmayınca sabrediyorlar, diye karşılık verdi. 

Belhi sordu: 

Peki siz ne yapıyorsunuz?

Biz bulunca dağıtıyoruz, bulmayınca sabrediyoruz. 

Bizim İbrahim Edhem Hazretleri hakkında söylemek istediğimiz bu değil. İbrahim Edhem'in, amaç edindiği ve ulaşmayı başardığı yokluk ve mahrumiyeti o derece aşikar, o derece göze batıcı idi ki görenlerde kendisine yardım hissi uyandırıyordu.

Varlıklı bir kişi İbrahim Edhem'e yardım etmek istedi. İbrahim Edhem: 

Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim, dedi. 

Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi. Büyük veli sordu: 

Ne kadar paran var?

Üç bin altınım var.

Dört bin olmasını istemez misin?

Elbette isterim.

Beşbin olmasını? 

İsterim.

On bin altının olsa çok sevinirsin değil mi?

Şüphesiz çok memnun olurum. 

Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte züğürdün birisin. Sen, on bin değil yüz bin altının olsa yine kanaat etmez fazlasını istersin. Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz. Gerçekten zengin olsaydın yardımını kabul edecektim.
_________________________________

Şimdi biz bunları okuyunca (ki, bir hikaye gibi okuyoruz), bize efsane gibi geliyor değil mi..?

Oysa onlar da bizim gibi; gözü, kulağı, eli, ayağı olan, yeme, içme, giyinme, barınma, çalışma gibi ihtiyaçları olan insanlardı...

Eeee, öyleyse efsane olan nedir..???


15 Mayıs 2013 Çarşamba

REGÂİB GECESİ

Regaib Kandili (Regaip Gecesi)

Receb-i Şerîfin ilk cuma gecesi, yâni yarın akşam Regâib Gecesi’dir.

Regâib, arapça bir kelimedir ve "reğa-be" kökünden gelmektedir.
"Reğa-be" , kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir.
"Reğîb" kelimesi ise, "reğabe" den türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demektir. Müennesi, "reğîbe" dir. "Reğîbe"nin çoğulu da "reğâib" dir. Kelime olarak "Regâib" in aslı budur. 

Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

Regaib gecesini ibadetle geçirmeli, kazası olan, hiç değilse bir günlük kaza namazı kılmalı! Kazası olmayan da nafile namaz kılar, Kur'an-ı kerim okur, tesbih çeker, tövbe istiğfar eder. 

Peygamberimiz (a.s.m)' ın Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Receb ayıdır.

Bir de bu ayda sevablar kulların defterlerinin sevab hanelerine, bol bol dökülmesi dolayısıyla da recebül esabb denmiştir. Yâni, sevabların bol bol, şarı şarıl, gürül gürül döküldüğü ay demek... Sabbe, Arapçada dökmek demek... Nehrin de böyle dağlardan çağlayarak şaldur şuldur akıp da döküldüğü yere münsabderler; o da aynı kökten... Receb-ül esabb; Allah'ın rahmetinin cûşa gelip, ikram ü ihsanâtının şarıl şarıl, güldür güldür kullara geldiği ay demektir.

Arifler ve din alimleri kitaplarında yazmışlar ki, bu ay ekim, ekme, ziraat ayıdır. Sevaplı işler, oruç tutmak, tevbe etmek vs. güzel şeyler yapılır. Bir mahsulün ekilmesi gibi ziraat, ekim ayıdır. Şa'ban bakım ayıdır.
Ramazan biçim ayıdır, yâni mahsulün alındığı aydır demişler.

Regâib kelimesi Kur'an'da geçmemektedir. Ancak "reğabe" den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur'ân'da sekiz yerde geçmekte ve "reğabe" nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır. 

"Doğrusu Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında on iki aydır; bunlardan dördü haram aylardır. Bu, işte en doğru dindir; onun için bunlar hakkında kendinize zulmetmeyin." (Tevbe Suresi, 36)

Hz. Peygamber'in ( a.s.m ) bir hadisinde, ayet-i kerimede işaret buyurulan haram ayların, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olduğu vurgulanmaktadır:

"Receb-i Şerîf'in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahların af ve mağfiretine vesile olur." buyuruyorlar." (Camiu-s sağir) 

İbn-i Abbas (radiyallahu anh) Hazretleri: "Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Recep ayında bazen o kadar çok oruç tutardı ki, biz O'nu hiç iftar etmeyecek zannederdik. Bazen de o kadar çok iftar ederdi ki, biz O'nu hiç oruç tutmayacak zannederdik." buyurmuştur. (Müslim) 

"Muhakkak zaman, Allah'ın yarattığı günkü şekliyle akıp gitmektedir. Yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Ve üçü ard arda gelmektedir. Zilkade, Zilhicce, Muharrem bir de Cemaziye'l-âhirle Şaban ayları arasında gelen Mudar kabilesinin ayı Recep ayıdır." (Buhârî, Tefsir, Sure, 8,9)

*"Recep ayı Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır." * (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/423) 

Konuyla ilgili Hadisi Şerifler çoğaltılabilir. Bize düşen ise (bir mü'minde her zaman olması gerektiği gibi) samimi bir kalp ile Allah'a yönelmek ve bu gün ve geceleri elimizden geldiğince hayra vesile kılmaktır.

Rabbim istifade edebilenlerden eylesin İnşaAllah.
(alıntılar yapılmıştır)

Görsel: Edirne - Selimiye Camii