28 Eylül 2013 Cumartesi

"CANIM" DİYEBİLMEK...



Kadın, kucağındaki kediye "aşkım" diyor, uzun zincirlerle bağladığı finosuna "sevgilim" Sonra o kavramı başkalarına da rahatlıkla kullanabiliyor. Dilinden çıkıyor ama bu kelime, yüreğe inmediği çok belirgin.

Her şeyin cılkı çıktığı gi...bi kavramlarında çıktı. Hangi kavramın kim tarafından nerelerde kullandığı belirsiz oldu. Kimileri için ömürde belki de bir defa ve bir kişiye kullanılacak bir kelime, başkasının ağzında sakız, elinde tespih olmuş habire yorulup, yıpranıp duruyor.

Taşıdığı özel anlam, başkalarının verdiği anlamlar karşısında kayboluyor, ağza alınamıyor.

Bütün yıpranmış mevsimlerden, zamanlardan , kişilerden ve ilişkilerden kaçan insan ise kendi kelimelerini, anlamlarını bulmak, oluşturmak zorunda kalıyor. Zaten yeterince daralan dünyadan, kalabalık caddelerden; özel, kendine has kavramlarına, dünyalarına kaçıyor.

Kaçmasa bitecek. Yorulup tükenecek. İçine sinmeye sinmeye bir kardan adam gibi eteklerine damlayacak...

Kaçmalı da zaten. Bir yolunu bulup sıradanlaşan insan, kavram ve etkinliklerden; kendine, özel düşlerine, anlamlarına kaçmalı insan.
Yoksa, evet yoksa herkesleşecek, kimseleşecek, sonra da bitip gidecek.

Biz, tükenmeyelim, diyor insan bunları görünce içine, yüreğine, canına, kanına. Biz tüketilmiş kelimelere, kavramlara, dostluklara ayak uyduramayalım; biz bu duyguların, yaşamların yabancısı olalım. Kendi düş ve ütopyalarımızın kahramanları olalım, kalalım. Tek başına olsak bile bunu yapalım diyor kendisine.

Bütün o kelimeleri yoran ve yıpratan insanlar, "Canım" diyemiyor kedisine, finosuna. Onu diyemiyor.. O kavramı demesinler, diyemesinler bari. Onu sıradanlaştırmasınlar. Gerçi o, sıradanlaşmaz.Onu diyebilmek için yürek gerek, can gerek çünkü.

Kendi kelimeleri olan insanlar yıpranmazlar. Öylesine kurmadıkları cümlelerin altında ezilmez, bilakis o kelimelerle yükselir ve yaşarlar.

İşte bu kelimelerden en hası: "Canım"

Kedisine "canım" diyemedikleri için, bu kelimenin ya farkına varmadıkları ya da kullanmaya cesaret edemedikleri için hala tertemiz ve sıcacık durur yüreklerde.

Kullanıldığı alan ve kişileri çoğaltmadan kullanmalı böyle kelimeler. Anlamları sıradanlaşmadan sahip çıkmalı bu kelimelere belkide..

"Canım" Ne kadar sıcak ve özel değil mi?
İnsanın içinden gelen ve hala sıradanlaştırılmamış bir çok kelime gibi.

"Canım" dediğin bunu anlamasa bile, bu kelimenin ağırlığını kaldıramasa bile herkesin anlamını bilmediği ve kullanamadığı bir kelime olarak hala özel bir kelime dimağlarda.

İnsan, hep öyle kalsın istiyor, diliyor.

Mehmet Deveci
______________________________

Karşındakiyle konuşurken "Canım" diyebilmek ve onun bunu anladığını bilmek ne büyük bir haz... 
Ahh, canım, canım, canım...




11 Eylül 2013 Çarşamba

SALAVAT-I ŞERİF'İN ÖNEMİ...


Es'selam-u Aleykum ve Rahmetullah...
Sabahımız, günümüz, zamanımız mübarek ola inşallah...

Öncelikle; bugün bir hayr'a vesile olalım diyorum... Nasıl mı..? Efendimiz Aleyhisselam'a Salavat getirerek... Ben böyle bir yayınla (inşallah) sizin de hayrınıza ortağım :) Siz de bu hayr'a ortak olun... 

Şimdi konuyla ilgili hazırladığımız yazımızı aktaralım inşallah...
----------------------------------------------------------------------------------------
SALAVAT-I ŞERİFE NEDİR..?

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Bismillâhir rahmânir rahîm.
İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
"Muhakkak ki; Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin."  AHZÂB - 56

Peygambere Allah’ın salât etmesi, rahmet etmek; meleklerin ve bizim salât etmemiz de onun için rahmet duası etmek anlamına gelir. Onun rahmete erişmesi ise, ümmeti olarak bizim rahmete erişmemiz demektir. Çünkü hayatı boyunca görüldüğü gibi, onun bütün kaygısı ümmetinden ibarettir. Bir gece sabaha kadar ümmeti için Rabbine yakardıktan sonra Allah ona Cebrail ile “Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz” şeklinde haber göndermiştir.(Müslim, İman: 346.) İsra Suresi 79. ayette de ona “Övülmüş Makam”adıyla şefaat makamının verileceği müjdelenmiştir ki, bu durum, bizi Allah’ın Resulü ile çok yakın ve sıcak bir ilişki içinde bulunmaya davet etmektedir. İşte salâvat, onunla bizim aramızda bu sıcak ilişkiyi kuran, devam ettiren ve pekiştiren en önemli bir vasıtadır.

O kadar ki, O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan her Müslüman’ın üzerine bu salavatın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, salavatın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.

İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulüllah’a da (sas) elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salavat getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.

Salavatın çeşidi sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en meşhurları da namazlarda tahiyyattan sonra okuduğumuz, “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ile “Sallallahü aleyhi vesellem”salavatlarıdır. Manaları şöyle özetlenebilir: 
–Rabbimizin rahmeti, meleklerinin istiğfarı ve bizim de selamımız Efendimiz Hazreti Muhammed ve ailesi üzerine olsun.

Bu konuda Peygamberimizin birçok hadisi bulunmaktadır ki, bunlardan birkaç tanesi şöyledir:
“Kabrimi bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm edin. Çünkü nerede olsanız salât ve selâmınız bana ulaşır.” (Ebû Davud, Menâsik: 97.)

“Ey Allah’ın Elçisi, sana selâm vermeyi anlıyoruz; peki, nasıl salât edeceğiz?” sorusuna karşılık ise, Peygamberimiz, namazların teşehhüdlerinde okumakta olduğumuz “Allahümme salli, Allahümme bârik” duâlarını öğretmiştir. (Buhârî, Tefsir 33:10; Tirmizî, Tefsir 33:23.)

(Sorularla İslamiyet sitesinden alıntılar yapılmıştır.)
-----------------------------------------------------------------------------
Ve son olarak tarih sayfalarından eşsiz bir hürmet ifadesini daha aktaralım:

"Muhammed" isminde çok sevdiği bir hizmetçisi bulunan 'Putkıran'lakaplı Hindistan fatihi Gazneli Mahmud , bu hizmetçisini devamlı ismiyle hitap ederek çağırırdı.

Gazneli Mahmud'un, bu hizmetçisini günün birinde kendi ismiyle değil de, babasının ismiyle çağırması üzerine kalbi kırılan hizmetçisinin böyle davranmasının sebebini sorması üzerine Peygamberimiz,in (sav) delicesine aşığı olan Gazneli Mahmud :
 
"Evladım, her gün sana 'Muhammed' isminle hitap ediyordum. Zira abdestli bulunuyordum. Şu anda ise abdestim yok, 'Muhammed' ismini abdestsiz söylemekten haya ediyorum. Onun için seni babanın ismiyle çağırdım." diyerek manidar bir cevap vermisti...

(Refik, İbrahim; Efsane Soluklar, . T.ö V. Yay., İzmir/1992, s.16)

Selam ve dua ile...

(Görselde yazan: "Allahumme Salli Alâ Muhammedin Âli Muhammed")

10 Eylül 2013 Salı

HİLYE-İ ŞERİF


Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla…

Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimiz(sas)’i şöyle anlatıyor:

“Rasûlullah (Aleyhisselam), ne son derece uzun ne de kısaydı; o, orta boyluydu. Saçları ne kıvırcık, ne de dümdüzdü; hafif dalgalı idi. Şişman olmadığı gibi, yüzü de yusyuvarlak değildi. Yüzünün rengi kırmızıya çalan beyazdı. Gözleri kara, kirpikleri uzundu. Kemiklerinin eklem yerleri iri ve omuzlarının arası genişti. Avuçları ve ayakları dolgundu. Yürüdüğünde yokuştan iner gibi sert adımlar atardı. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi.

İki omzu arasında Peygamberlik mührü vardı; zira O, peygamberlerin sonuncusuydu. İnsanların en cömerdi, gönlü en geniş olanı, en güzel ve düzgün konuşanıydı. Gayet yumuşak tabiatlı ve insani ilişkilerde arkadaş canlısı idi. Ansızın O’nu gören kimse heybetinden ilk anda çekinir; fakat tanıdıkça O’nu çok severdi. Ondan bahseden bir kimse, ‘Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra asla bir benzerini görmedim.’ demekten kendini alamazdı.”

Tirmizî, Menâkıb 8.
____________________________
Görsel düzenleme: Hayat İklimi

ALLAH'TAN SAMİMİ OLARAK İSTEYİN...



DUA

Bende sıklet, sende letafet...
Allah'ım, affet!

Lâtiften af bekler kesafet...
Allah'ım, affet!

Etten ve kemikten kıyafet...
Allah'ım, affet!

Şanındır fakire ziyafet...
Allah'ım, affet!

Acize imdadın şerafet...
Allah'ım, affet!

Sen mutlaksın, bense izafet!
Allah'ım, affet!

Ey kudret, ey rahmet, ey re'fet!
Allah'ım, affet!

Necip Fazıl KISAKÜREK
____________________________________

Dua günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülmüştür. Oysa dua, imanın en önemli göstergelerinden birisidir.

Duâ, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, "kulun düşüncesinin Rabb'e arz edilmesi şeklidir duâ."

Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak'tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ.

O, helezonlar hâlinde kuldan Rabb'e yücelen tatlı bir nağmedir...

Duâ imanın en berrak bir göstergesi olduğu gibi aynı zamanda kulluktur, ibadettir. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) beyanıyla ibadetin özüdür o.

Duâ Rabb'e dönüş ve yönelişin adıdır. Yine duâ, kuldan Rabb'e yükselen kulluk nişanı, Rab'den kula inen rahmet simgesidir. Daha doğrusu o, Allah'la kul arasında olan münasebetin tam odak noktasıdır.

Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir.

"Ya ilahi;
Hak tanınsın: kimse gaddar, kimse mağdur olmasın;
Mest olup ikbal meyinden, sonra mahmur olmasın!
Bir misafirhanedir, dünyaya mağrur olmasın;
Ya ilahi, rahmetinden kimseler dur olmasın!"

Ve son olarak duamızdır;
"Allahümmerham Ümmete Muhammed." (Allah'ım, Ümmet-i Muhammed'e rahmet ve merhametinle muamele et).

Amin, amin. amin...
---------------------------------------------------------
Görselde yazan;
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ İBRÂHÎM - 41
Rabbenagfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâb(hisâbu).
"Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana babamı ve müminleri bağışla!"
Amin...

4 Eylül 2013 Çarşamba

HAYR'A VESİLE OLMAK...



 
Efendimiz Aleyhisselâtu ve's-Selam buyuruyorlar ki;

"Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir." (Tirmizî, İlm,14.)

Dînimizde hayra dâvet ve kötülüklerden sakındırma vazîfesine “emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker” adı verilir. Bu husustaki ilâhî emir, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmiştir:

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Âl-i İmrân, 104)

Hakkı bâtıldan, hayrı şerden, fazîleti rezâletten, olgunluğu hamlıktan ayırabilmek için yegâne kıstas; dînin sesi yâni Allâh ve Rasûlünün emirleri ve tavsiyeleridir. Bu sesi yükseltmek, her müminin öncelikli vazîfelerindendir.

İnsanları hakka ve hayra irşâd için en tesirli vâsıta; hakkın, hayrın, fazîlet ve doğruluğun müşahhas bir timsâli hâline gelmektir. Yani Müslümanın hayatına bizzat tatbik etmesi, fiili bir örnek olarak hayatını idame ettirmesidir.

Rasûl-i Ekrem Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’i öldürmek gibi menfur bir niyetle yola çıkan Hazret-i Ömer (radıyallâhu anh)’ın hidâyete ermesine vesîle olan,
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın duâsı bereketine ilâveten,
kız kardeşinin evinde kalbî derinlikle okunan ve yaşanan bir Kur’ân’ın tebliğinden ibâretti.
Allah-u Teala'nın izniyle okunan Kur'an-ı Kerim büyük bir hayra vesile olmuştur.

Farkında olarak yahut olmayarak salih bir niyetle ihlaslı bir hayat sürdüren mü'min birçok hayra vesile olabilir fiili olarak kimi zaman harekete geç(e)mese de.
----------------------------------------------------
Günümüz, zamanımız hayr'olsun, hayr'a vesile olsun inşallah...
Selam ve dua ile...