23 Ekim 2013 Çarşamba

KADINLAR NİÇİN ÇOK KONUŞUR..?


Kadınlar Niçin Çok Konuşur ?
Erkeklerin Kadınlarla Konuşurken Unutmaması Gerekenler

Erkekler şunu bilmeli ki “kadın demek, kelime demektir.” Kelimeler kadınların hayata tutundukları bağlardır. Bir kadın konuşuyorsa değil, konuşmuyorsa tehlike vardır. Kadın için konuşmanın pek çok amacı vardır. Bunları bilirseniz eşinize daha anlayışlı davranabilirsiniz. Kadınlar neden çok konuşur?

1-Yakınlık ve yalnız olmama isteği: Kadın beyni yakınlık ihtiyacı ile programlanmıştır. Kadınların depresyona girme sebeplerinin başında yalnızlık vardır. Evlilik hayatında kadını en yaralayan şey iki kişilik yalnızlıktır. Eğer eşinizle konuşmak için zaman ayırmazsanız kendini yalnız ve değersiz hissedecektir. Ve onu dinlemek için ayırmadığınız zamanı psikolog ya da psikiyatriye götürerek harcamak zorunda kalabilirsiniz. Her gün eşinizi dinlemek için muhakkak zaman ayırın.

2-Üzgünken kendini iyi hissetme: Kadınlar üzgünken konuşunca, dertlerini paylaşınca rahatlarlar. Erkeklerin çoğu bunu şikayet etmek olarak algılar. Karınızı dinlerken onu şikayet ediyor ön yargısı ile ya da benden çözüm bulmamı bekliyor düşüncesi ile dinlemeyin. Çoğu zaman çözüm de beklemiyordur. Hatta dinlerken “sen de şunu yap, bunu yap” gibi çözümler sunmanız anlaşılmadığını düşündüreceği için onu üzebilir. Sadece dinlemeniz, ona hak vermeniz onu rahatlatacaktır.

3-Yüksek sesle düşünme ve araştırma: Karınız evin içinde kendi kendine konuşuyorsa telaşlanmayın bir arıza yok. Kadınların çoğu bunu hep yaparlar; çünkü sesli düşünmeyi severler.

5-Güncel konularda konuşma isteği: Kadınlar yaşadıkları önemli bir şey olmasa da gittikleri, geldikleri, yedikleri, içtikleri, gördükleri, şeyleri paylaşmaktan hoşlanırlar.

6-Bilgi paylaşımı: Size bilgi vermesi gereken bir şey varsa hemen söylemek ister. Kadınlar erkeklere göre sabırsız oldukları için bazen akşamı bile bekleyemezler, telefon açıp anlatmak isterler. O bilginin anlatılmasının acelesi olması da önemli değildir, onun kafasına takıldıysa anlatmalıdır. İşinizden biraz vakit ayırıp onu dinlerseniz mutlu olur.

7-Düşünce, duygu ve sırlarını paylaşma isteği: Kadınlar duyguları hakkında konuşma ihtiyacı duyarlar. Duygularını dinlemezseniz kesinlikle sizin onu sevmediğinizi düşünecektir.

8-Kadın dili hikaye dilidir. Kadın beyni süreç odaklı çalıştığı için erkekler gibi kadınlarda sadece sonuç önemli değildir. O sonuca nasıl varıldığı da kadın için önemlidir. Kadınlar detayları severler; bu yüzden yaşadıkları en basit olayı bile hikayeleştirip anlatırlar. Karınız keyifle ayrıntıları anlatırken “Konuyu niye bu kadar uzatıyor” diye sinirlenmeyin, size eziyet olsun diye yapmıyor. Kendinizi hikayeye bırakın, belki de hoşunuza gidecek.

9-Kadınlar duygularını genellikle abartarak anlatırlar. Erkek beyni gerçekler ve veriler üzerine çalıştığı için kadınların sözcüklerini de öyle anlar. Karınız “Her zaman beni üzüyorsun.” diyorsa aslında söylemek istediği gerçekte her zaman değildir. “Ölsem yapmam, dondum kaldım…” cümlelerine takılıp canınızı sıkmayın. Sadece abartıyor.

11-Kadınların konuşması için illa bir sebep olmak zorunda değildir. Kadınlar sadece zevk için de konuşurlar. Kadınlar konuşmayı severler. İki kadın birlikte bir ay tatile gitseler eve döner dönmez birbirlerine telefon açıp saatlerce konuşmaya devam edebilirler.

Kadınlar konuşunca mutlu olurlar. Siz de dinlemek için kendinizce makul bir zaman ayırın. Eğer dayanamayacağınız kadar çok konuşuyorsa ona süre verin. Mesela her akşam bir muhabbet saatiniz olsun. O zaman içinde dikkatinizi dağıtacak her şeyi kapatın ve sohbet edin. Süre bitince de kendinize zaman ayırabilirsiniz.

13-İyi haber: Karınız “konuşmalıyız” diyorsa hemen korkmayın. Ben ne konuşacağım diye düşünmeyin. Kadınlar “konuşalım” derken çoğu zaman “beni dinle” diyordur. Yoksa siz de onun kadar konuşacak olsanız, o istemez. Karınızı dinleyin arada konuşmaya katılın yeter.

14-Kadınlar tatlı hitaplara, güzel sözlere, iltifatlara bayılırlar. Eşinizle konuşurken ondan bir şey isterken hoş bir hitapla isterseniz size seve seve hizmet eder.

Sema Maraşlı

21 Ekim 2013 Pazartesi

"UTANMAZSAN DİLEDİĞİNİ YAP"

Ebu Mesûd (r.a.)'dan (rivayet edildiğine göre) Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanların ilk Peygamberlikten beri duyageldikleri sözlerden bi­ri; utanmazsan dilediğini yap! sözüdür." (1)


Açıklama


İmam Hattâbî'nin açıklamasına göre mevzumuz olan bu hadis, hayanın ilk Peygamberden iti­baren bütün Peygamberler tarafından teşvik edildiğini ifâde etmektedir. Çünkü, Allah her peygambere hayalı olmayı ve ümmetini hayalı olmaya teşvik etmeyi vahyetmiştir. Haya bir taraftan vahy mahsulü olduğu gibi, diğer taraftan da güzelliği ve fazileti açık olduğundan bütün akıl sahiple­ri onun güzel bir haya olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu özellikleri taşıyan bir hüküm hiçbir zaman nesh edilmeyeceğinden haya da ilk peygambere vahy edildiği gibi, hiç neshe uğramadan peygamberlerin tümünün şeriatinde yürürlükte kalmıştır.

Hadiste geçen; "utanmazsan dilediğini yap" cümlesine ulemâ üç çe­şit mana vermiştir:

a. Bu cümle emir kalıbında bir haber cümlesidir. "Eğer haya duygu­su sana engel olamıyorsa artık sen nefsinin arzu ettiği bütün kötülükleri yaparsın" demektir. Hz. Ebu Ubeyd, bu görüştedir.

b. "Dilediğinizi yapınız, o yaptıklarınızı görmektedir" (Fussilet, (40) 41) âyet-i kerimesi gibi tehdid ifâde etmektedir. Yani utanmıyorsan dilediğini yap, fakat şunu unutma ki her yaptığının cezasını görecek­sin, demektir. Ebu Abbâs bu görüştedir.


c. "Yapacağın bir işe bakmalısın, eğer seni utandıracak bir işse ondan vazgeçmelisin, fakat yaptığın takdirde seni mahcub duruma düşürmeyecekse onu yapabilirsin" anlamındadır. Ebu İshak el-Mervezî de söz konu­su cümleyi böyle açıklamıştır. (2)
__________________________________________________________________
1 - Buharı, enbiya 54, edeb 78; İbn Mâce, zühd 17; Muvattâ, sefer 46; Ahmed b. Hanbel, IV, 121-122, V, 273.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/632.

2 - Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/632-633.


2 Ekim 2013 Çarşamba

SULTAN MURAD VE HABİB BABA



Habib Baba devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır.
Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.

Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.

"Bugün" der, "Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz."
Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...
"Ne olursun" der, "Kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum." Binbir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek...
"Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar."


Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü...

İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
"Hele bir bakalım" demiştir, "Bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?"
Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.

Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...
Hamamcı, 'vezirler var' der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
"Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline, gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın..." Ve ekler: "Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler."


Sonra 4.Murad'da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır...

Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah, hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir... Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
"Evladım" der, "Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim."


Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.

Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: "Buyur baba" der, "Ellerin dert görmesin."
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. "Baba" der, "Gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım." 
Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; "Olur evlad" deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...

"Baba" der, "Görüyor musun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..."
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir.


"Be evladım" der, Habib baba, "Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad'a keselettirir..."

--------------------------------------------------------------------------------
İşte bu son cümleyi okuyana kadar bu olay bir hikaye idi benim için. Ama Onu okuyunca hakikat oluverdi. Hakk'tan gelen herşey hakikatti çünkü. 

Allah Azze ve Celle kendisine dayanan, sığınan, güvenen hiçbir kulunu mahcup etmez, darda ve zorda bırakmaz. Velev ki kul; bu hal üzere teslim olsun...

Sözün özü; "Mahbub, habibinin her halini bilir." 
Selam ve dua ile...
Hayat İklimi...

1 Ekim 2013 Salı

YÜZDE YÜZ ESMÂ TECELLİSİ


Bir düşünün, ya yüzlerimiz birbirinin tıpkısı olsaydı, n’olurdu halimiz? Kime anlatabilirdik kendimizi? Kim sevebilirdi bizi? Kime âşık olabilirdik? Herkesin yüzünün anonim olduğu bir dünyada, akşam kendi evine bile alınmayabilirdi insan. Nasıl tanıtsın ki kendini? Hangi özelliği diğer insanlardan farklı olacaktı ki? Hem sonra, âşık olduğu kadını ya da erkeği nasıl ayırt ederdi diğerlerinden? Dahası, niye âşık olsundu ki insan? Nasılsa herkesin yüzü bir değil mi? Oğlunu ya da kızını, annesini ya da babasını niye özlesin ki insanlar? Nasılsa, etrafında oğlu kızı gibi annesi babası gibi milyonlarca dolaşıyor değil mi? Hem sonra, birisi, ama bizim yüzümüzü taşıyan biri, yüz kızartıcı bir suç işlese, utanmayacak mıyız her aynaya baktığımızda? Yerin dibine girmeyecek miyiz o edepsizin fotoğrafı gazetelerde boy boy yayınlandığında? Allah korusun ki korumuş, çok şükür bir zalimin yüzüyle aynıysa yüzümüz, her sabah aynada o zalimin saçlarını taramak ağır gelmeyecek mi bize? Masumların hakkını yemiş bir adamın yüzüyle dolaşmaktan utanmayacak mıyız? İnsanları katletmiş bir zalimin suratını sıkılmadan nasıl göstereceğiz herkese?

Bütün bunlar bir yana; aynaya baktığımızda kendini görememek var bir de… Ben bana “ben” diyemeyeceğim ne garip; çünkü herkes gibi biri var aynada, herkes var. Herkesin yüzü var orada. Nerede benim ‘özel’liğim? Nerede bulacağım “kendi” mi? Ah nasıl göz göze geleceğim kendimle? Apayrı, bambaşka, biricik bir ruh taşıdığımı nasıl anlatayım insanlara? Herkes gibi olmanın kafesinde tıkılmışım işte! Herkes gibi sanılmanın sıradanlığında küllenmek üzere kabiliyetlerim neredeyse!

Derin bir “ah!!” sesi duyar gibiyim sizden de. Çünkü kendi içimde defalarca duydum bu hayıflanmayı… İnsanın ‘kendisi’ olması ne güzel bir nimetmiş meğer! İnsanın biricik olması ne büyük bir iyilikmiş meğer!

Üstelik bu biriciklik beni herkesin yanında tuhaf görünmeyecek kadar aşinalık içinde verilmiş bana. “Herkes gibi” görünürken, “hiç kimse gibi” görünüyorum aynı zamanda. Şükür ki, benim yüzüm de herkesin yüzü gibi bir “insan yüzü”. Kaşları gözleri, burnu ve yanakları, dudakları ve çenesi ile “alışılmış” bir insan yüzü. İnsandan beklenen bir yüz. Her organı herkesin alışık olduğu yerde ve sayıda. Yüze bu tarafından bakınca, anlıyoruz ki, her insanın yüzü, bir elden çıkma. Yani hepimizi birden Bir’ i var ediyor. Ancak hepimizi birden var eden Bir' i, her birimizi de biricik etmekten geri durmuyor. Kimsenin yüzünü kimseye benzetmiyor. Yüze bu açıdan bakınca, anlıyoruz ki, her bir insanın yüzü apayrı. Yani, hepimizi birer birer Bir’ i var ediyor.

Hem herkes gibi genel bir yüzümüz var, hem kimselere benzemeyenözel bir yüzümüz var. Yüzümüz bir tane ama her baktığımızda bu “iki temel güzelliği” saklıyor. Herkes gibi olmak bizi herkesin gözünde normal yapıyor, hiç kimse gibi olmak ise kimliğimizi ve özel’ liğimizi teminat altına alıyor. Aynada yüzümüze baktığımızda, hem “herkes gibi” olduğumuzu hem “hiç kimse gibi” olmadığımızı görüyoruz.

En az iki esmâ okuyoruz böylece yüzümüzde. Vahid isminin tecellisince hepimiz birden Bir Yaratıcı tarafından yaratılıyoruz. AmaEhad isminin tecellisince, her birimiz birer birer, apayrı, özel ve biricik olarak yaratılıyoruz. Sadece Vahid ismi tecelli etseydi yüzümüzde, herkesin herkese ikiz kardeş gibi tıpatıp benzediği, kimsenin kimseden fark edilmediği, kimsenin aynada kendini göremediği tuhaf ve karmakarışık bir dünyada yaşıyor olacaktık. Ama sadece Ehad ismi tecelli etseydi yüzümüzde, herkesin herkese benzediği, herkesin aşina olduğu bir “insan yüzü” değil de, birbirine hiçbir şekilde benzemeyen, her görene tuhaf, korkunç ve sevimsiz gelen bir yüzle dolaşacaktık. Daha çok utanacaktık! “Ya yüzümü beğenmezlerse!”

Demek ki yüzümüzün sadece etini kemiğini, cildini ve kanını değil,biricikliğini de ödünç almışız Vahid-i Ehad’ den. Borç almışız yüzümüzün şimdi herkese aşina gelen güzelliğini. Borçmuş meğer aynada gördüğümüzde yüzümüzü tanıyor olabilmemiz bile. Kendimize“ben” diyebilmek ödünçmüş. Kendimizi “kendimiz” diye bilmek de nimetmiş meğer.

Şimdi bir daha bakar mısınız aynada yüzünüze…
-----------------------------------------------------------------------
Senai Demirci - 13 Ağustos 2013