16 Kasım 2013 Cumartesi

DERTSİZ KALMAYIN E Mİ..?

Meşhur bir kıssadır, dervişin biri diğerine sormuş, ne yapıyorsunuz, günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz, diye, öteki de cevap vermiş:
Ne yapalım, bulduğumuzda yiyoruz, bulamazsak sabrediyoruz.
Bunun üzerine soruyu soran demiş ki:
Bunu bizim Horasan'ın köpekleri de yapıyor.
Bu defa diğeri, peki siz ne yapıyorsunuz, diye sorunca, Horasan dervişi fevkalâde ârifâne bir cevap vermiş:
Biz bulursak dağıtıyoruz, bulamazsak şükrediyoruz.
Sanırım, muhatablarına (hele hele dost bildiklerine), Cenab-ı Hak sizleri dertsiz bırakmasın, diye dua edebilecek denli şefkatli insanların yetiştiği çok az toplum vardır yeryüzünde.

Laf olsun diye söylenmezdi bu söz. Âmiyâne tabirle kelime oyunu filan yapmak niyeti de yoktu bu duayı yapmayı âdet edinmiş insanların. Gayet ciddi ciddi söylerler ve Hakkın kimseyi dertsiz bırakmasını istemezlerdi, yürekleri insanların dertsizlik beliyyesine düçar olmalarına tahammül edemez, hz. insana şefkat ve muhabbetlerinden ötürü insanoğlunun dertsiz kalmasına razı olmazlardı.

Sanılmasın ki bu söz, güç ulaşılabilir birtakım kitaplarda kayıtlıdır sadece. Kitaplarda değil, bilakis yakın zamana kadar halkın, halkımızın dilinde de dolaşırdı bu söz. Mânâsı bilinmeksizin uluorta kullanılmaz, büyüklerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz birbirleri için bu duayı bile isteye yaparlardı.

Bir tek yazının kaldırabileceği bir yük olmamakla birlikte ve belki biraz da saded haricine çıkmak tehlikesine rağmen bu konuda bir iki hususa işaret etmek isterim:

Bilmek hayretle başlar, yani insan hayret etmedikçe bilemez, bilgisi hayretinin miktar ve keyfiyetine bağlıdır. Bilmek için şaşırmak, şaşkınlık nimetinden yararlanmak lâzımdır kısaca. Çünkü insanoğlu bildiği şeyler karşısında değil, bilmediği şeyler karşısında şaşırır. Şaşırmak ise farketmektir. Şaşırdığınız takdirde ancak, farketmiş olursunuz. Hayret(şaşırmak veya farketmek) bu nedenle bilginin ilk adımı sayılır.

Ehl-i hayret olmadığı halde ehl-i ilim ve marifet olanına kim rastlamıştır bu dünyada?

Hayret'in mücerred şaşkınlık (taaccüb) olmadığına bu vesileyle işaret etmeliyim. Çünkü taaccübün ya da tabir-i diğerle şaşkınlığın insanoğlunda ya korku ya da gülme hissi uyandırdığı, sözgelimi insanın bilmediği şey karşısındaki taaccübünün hemen hemen o an içerisindeki idrakinin seviyesine bağlı olarak kendisinin gülmesine veya korkmasına neden olduğu/olabileceği bilinir. Yine hayretinin mahiyetine bağlı olarak, insan, bu defa kendisiyle karşı karşıya geldiği nesne ya da olguyu merak eder, onun ne olduğunu öğrenmek ister, en nihayet böylelikle nasibi derecesinde elde edeceği bilginin kendine özgü sahasına adımını atmış olur.

Peki hayret'in evvelinde ne vardır?

Hayret'in evvelinde seyr (görmek), seyrin evvelinde de devr (gezmek) vardır. Çünkü devretmeden (fikren gezip dolaşmadan, daha açıkçası mânen âlemi temaşaya çıkmadan), insan seyredemez, etrafını göremez. Bu bakımdan bilhassa tasavvuf edebiyatımızda, devran olalım, seyran olalım, hayran olalım meâlinde sayısız mısrâ yazılmış, hayretiçin devr u seyrin önemine dikkat çekilmiştir. Herşey hayret içindir, hayran olmak içindir. Çünkü bilmek için hayret etmek, hayran olmak lüzum, hatta mecburiyeti vardır.


İşte dert ve ızdırabın önemi de buradadır. Dertsiz/gamsız insan, gaflet içinde demektir, zihnen hareketsizdir ve bu nedenle hayran olmak şansını yitirmiştir. Izdırab, bir nevi titremek, için için sallanmak, hareket etmek demek olduğuna göre, nefsin ızdırabı da onun hareketidir. Nasıl ki eskiden hareket'ul-arz tabiri deprem karşılığında kullanılıyorsa, nefsin hareketi için de ızdırab kelimesi kullanılır, daha doğrusu bu kelime bu mânâda istimal edilirdi. (Iztırab darb'dan gelir, darb vurmak/vuruş, diğeri titremek/titreyiş anlamındadır. Mızrab'ın udun/kalbin tellerine vurması sonucunda tellerin titreyişi gibi.)

Cenab-ı Hak kimseyi dertsiz bırakmasın, sözü, dert ve ıztırabdan yoksun kalıp gaflete düçar olan nefsin devran olmasını temenni etmektir. (Çünkü hareketin en mükemmeli dairevî olanıdır. Kişi başladığı yere dönmeyi başarabileceği bir yola çıkmalıdır.)

Devran olan nefis, ihtimal ki sadece hareket etmekle kalmaz, etrafını temaşa da eder. 

İşte hayret bu temaşının, ilim de bu hayret'in mahsûlü olacak ve böylelikle insan bilmediğini bilebilmek (marifet) imkânına kavuşacaktır.

Öyleyse HAK hiçbirimizi dertsiz bırakmasın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder